Munzam (Aşkın) Zarar Davalarında Güncel Gelişmeler: Yargıtay Ve Anayasa Mahkemesi Kararları Işığında Bir İnceleme
- Av. Celal Ferit DEMİRKIRAN

- 9 Eyl
- 4 dakikada okunur

GİRİŞ
Hukuk sistemimizde para borçlarının geç ifa edilmesi durumunda alacaklının maruz kaldığı zararın telafisi, kural olarak temerrüt faizi yoluyla sağlanmaktadır. Ancak, özellikle yüksek enflasyon dönemlerinde, 3095 sayılı Kanun çerçevesinde belirlenen yasal ve temerrüt faiz oranları, paranın alım gücünde meydana gelen reel değer kaybını karşılamakta yetersiz kalmaktadır. Bu durum, borçlunun temerrüdünden kazançlı çıkması gibi adalet duygusunu zedeleyen sonuçlara yol açabilmektedir.
Bu açığı kapatmayı hedefleyen 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 122. maddesi (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 105. maddesi), "Aşkın Zarar" başlığı altında, alacaklının temerrüt faizini aşan bir zarara uğraması halinde, borçlunun kusursuzluğunu ispat etmedikçe bu zararı da gidermekle yükümlü olduğunu hükme bağlamıştır. "Munzam zarar" olarak da bilinen bu hukuki müessesenin uygulanmasında en tartışmalı nokta, alacaklının faizi aşan zararının ispatı meselesi olmuştur.
Yakın zamanda, bu ispat külfetinin niteliğine ilişkin Yargıtay içtihadında önemli bir gelişme yaşanmış ve nihayetinde Anayasa Mahkemesi, konunun esasına ilişkin "pilot karar" niteliğinde bir tespitte bulunmuştur. Bu makalede, söz konusu iki kritik karar ışığında aşkın zarar taleplerinin mevcut hukuki durumu incelenecektir.
YARGITAY İÇTİHADINDA İSPAT KÜLFETİ: SOMUT İSPATTAN SOYUT HESAPLAMAYA GEÇİŞ
Aşkın zarar davalarında Yargıtay'ın uzun yıllar istikrar kazanan yaklaşımı, alacaklının zararını somut delillerle ispatlaması gerektiği yönündeydi. Bu yaklaşıma göre alacaklı, alacağını vadesinde tahsil edememesi nedeniyle somut olarak hangi yatırım fırsatlarını kaçırdığını (örneğin döviz, altın, gayrimenkul alımı) veya hangi ek maliyetlere katlandığını (örneğin daha yüksek faizle kredi çekmek zorunda kalması) ispatla mükellefti. Ülkedeki genel enflasyon oranları veya paranın satın alma gücündeki düşüş, tek başına zararın varlığını ispata yeterli görülmüyordu.
Ancak, Yargıtay 6. Hukuk Dairesi'nin 13.01.2025 tarihli ve 2025/15 K. sayılı emsal niteliğindeki kararı, bu katı ispat anlayışında önemli bir değişime işaret etmektedir. Yüksek Daire, Anayasa Mahkemesi'nin mülkiyet hakkı ihlallerine dair daha önceki kararlarına atıf yaparak, yüksek enflasyonist dönemlerde alacaklının zarar gördüğünün karine olarak kabul edilmesi gerektiğini benimsemiştir.
Bu karara göre, alacaklının "somut olarak" zararını ispatlaması beklenmemeli; bunun yerine "soyut yöntem" olarak adlandırılan bir hesaplama yapılmalıdır. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi, bu hesaplamada dikkate alınması gereken ekonomik verileri şu şekilde sıralamıştır:
Gerçekleşen TEFE-TÜFE enflasyon oranları
Bankaların 3 aylık ortalama vadeli mevduat faiz oranları
Devlet tahvillerine verilen faiz oranları
Döviz kurlarındaki (Amerikan Doları ve Euro) değişim oranları
Asgari ücret artışıAltın fiyatlarındaki artış
Daire, bu unsurlardan oluşan bir "sepet hesabına" göre uzman bilirkişi raporu alınarak alacaklının temerrüt faizini aşan bir zarara uğrayıp uğramadığının tespit edilmesini ve bulunan zarardan daha önce tahsil edilen temerrüt faizinin mahsup edilmesini hükme bağlamıştır. Bu karar, alacaklının ispat yükünü önemli ölçüde hafifleten ve enflasyon realitesini tanıyan bir içtihat olması bakımından büyük önem taşımaktadır.
ANAYASA MAHKEMESİ'NİN PİLOT KARARI: "YAPISAL SORUN" TESPİTİ
Yargıtay daireleri arasındaki bu içtihat farklılıkları devam ederken, Anayasa Mahkemesi (AYM) Genel Kurulu, 08.07.2025 tarihli ve 2024/41763 başvuru numaralı Caner Şafak Başvurusu’nda, konuyu anayasal hak ihlali bağlamında ele almıştır. AYM, bu başvuru üzerine verdiği "pilot karar" ile meselenin münferit bir davadan öte, sistemik bir sorun olduğuna hükmetmiştir.
AYM, özel hukuk kişileri arasındaki borç ilişkisinden doğan alacağın enflasyon karşısında değer kaybına uğramasından kaynaklı zararın tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Mahkeme'nin gerekçesi iki temel tespiti içermektedir:
Kanuni Faiz Oranlarının Yetersizliği: AYM, 3095 sayılı Kanun'da belirlenen faiz oranlarının enflasyon oranlarının altında kaldığını verilerle ortaya koymuş ve bu düzenlemelerin, alacağın enflasyon karşısında uğradığı değer kaybını önlemeye elverişli olmadığını ve teorik düzeyde dahi başarı şansı sunma kapasitesinin bulunmadığını tespit etmiştir.
Etkili Bir Hukuk Yolunun Bulunmaması: AYM, Yargıtay içtihatlarındaki farklılıklara (somut ispat ve soyut ispat yöntemleri arasındaki çelişki) işaret ederek, TBK 122. maddesi uyarınca açılan munzam zarar davasının dahi alacakların enflasyon karşısında uğradığı değer kaybının tazmin edilmesini güvence altına almadığını ve bu yolun etkili bir hukuk yolu olarak kabul edilemeyeceğini belirtmiştir.
Bu tespitler neticesinde AYM, ortada bir "yapısal sorun" bulunduğuna ve bu sorunun çözümünün yasal düzenleme gerektirdiğine karar vererek, keyfiyeti Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne (TBMM) bildirmiştir. Ayrıca, bu konuda yapılacak yasal düzenlemeyi beklemek üzere, benzer başvuruların incelenmesini kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından itibaren altı ay süreyle ertelemiştir.
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Aşkın (munzam) zarar davaları, Türk hukukunda önemli bir hukuki belirsizlik alanı iken, sunulan bu iki karar ile yeni bir evreye girmiştir.
Yargıtay 6. Hukuk Dairesi'nin 2025/15 K. sayılı kararı, mahkemelerin enflasyon olgusunu bir karine olarak kabul etmesi ve "sepet hesabı" gibi somut bir metodoloji uygulaması yönünde güçlü bir içtihat sunmaktadır.
Namun Anayasa Mahkemesi'nin Caner Şafak pilot kararı, meselenin içtihatlarla çözülemeyecek kadar derin bir "yapısal sorun" olduğunu anayasal düzeyde tescil etmiştir. AYM, mevcut yasal faiz sisteminin ve munzam zarar davalarındaki belirsiz uygulamanın, alacaklıların Anayasa'nın 35. maddesi ile korunan mülkiyet hakkını ve 40. maddesi ile güvence altına alınan etkili başvuru hakkını ihlal ettiğini net bir şekilde ortaya koymuştur.
Gelinen noktada, yasama organının AYM'nin işaret ettiği bu yapısal sorunu gidermek üzere, alacakların enflasyon karşısındaki reel değerini koruyacak adil, öngörülebilir ve etkili bir yasal mekanizma ihdas etmesi beklenmektedir. Bu yasal düzenleme yapılana kadar, mevcut davalarda Yargıtay 6. Hukuk Dairesi'nin benimsediği "soyut hesaplama yöntemi" ve AYM'nin mülkiyet hakkı ihlaline ilişkin temel gerekçeleri, alacaklılar lehine ileri sürülebilecek en kuvvetli hukuki argümanlar olarak öne çıkmaktadır.
Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 2024 / 3534 Esas , 2025 / 15 Karar Sayılı ve 13.01.2025 Tarihli kararı
Anayasa Mahkemesi ' nin 08.07.2025 Tarihli Kararı
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Celal Ferit DEMİRKIRAN’a aittir. İçerikler, hak sahipliğinin geçerliliği için elektronik imzalı zaman damgası ile kaydedilmiştir. Sitemizdeki yazıların, izinsiz olarak başka platformlarda kopyalanması veya özetlenerek yayınlanması halinde yasal ve cezai işlemler uygulanacaktır.



